Dünya ve Türkiye Müslümanları olarak, özellikle son yıllarda insanları hayra çağırıp, iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme görevimizi ihmal ettiğimiz görülüyor. Oysa Âl-i İmran 3/104. âyet bağlamında Elmalılı M.Hamdi Yazır’ın ifade ettiği gibi; hayra davet edip iyiliği emir, kötülüğünde men edecek bir ümmet/topluluk ve imamet teşkili Müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. Bu farzı yerine getirebilen Müslümanlardır ki, “işte onlar felaha erenlerdir”. Söz konusu âyet-i kerime mealen şöyle:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Ve işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran 3/104. Ayrıca bak: Âl-i İmran 3/110; Tevbe 9/71 vb. âyetler.)
Hayra davet; dinî ve dünyevî bir iyiliği içeren herhangi bir şeye davettir ve İslâm’ın esasıdır. İyiliği emredip kötülüğe engel olmak da bunun en önemli kısımlarındandır. “Ma’rûf” (iyilik); İslâm’ın gereği olan Allah’a itaat;“münker” (kötülük) de İslâm’ın gereğine uymayıp, Allah’a karşı gelmek demektir. “Hayr”:‘iyi, iyilik, en iyi, daha iyi olan; yararlı, değerli, üstün; akıl, adalet, fazilet; servet, malî yardım; Allah’ın insanlar için takdir ettiği iyi durum’ gibi manalara kullanılan geniş kapsamlı bir kavramdır. “Ma’rûf”: ‘iyi, iyi olarak bilinen, örf haline gelmiş tutum’; “münker” ise ‘çirkin, kötü, aklın veya dinin kötü kabul ettiği davranış’ demektir. Genellikle mâruf “hayr”, münker de “şer” anlamına kullanılır.
Buna göre “emir bi’l-ma’rûf”; iyi olanı emretme, iyiliği ve güzelliği yaymaya çalışma, “nehiy ani’l-münker” ise; kötülüğü yasaklama, kötülüğe karşı çıkma anlamınadır. Hayra çağırmak, iyiliği emredip kötülüğe engel olmak bütün Müslümanlara farz-ı kifâyedir. Bu yapılmayınca hiçbir Müslüman sorumluluktan kurtulamaz. Fakat her ferde farz-ı ayın değildir.Ümmetin tümünün vazifesidir. Çünkü “minküm=sizden” buyrulmuştur ki burada “min”in tecrîdî (soyutlayıcı) veya teb’îzî (ayırıcı) olmak üzere iki mânâya ihtimali vardır. Tecridî ise her Müslüman bununla görevlidir. Teb’îzî ise de genelde Müslümanların vazifeleri, içlerinden bunu yapacak belli, özel bir topluluk oluşturmak, onlara yardım ederek ve uyarak o vasıta ile bu görevi yerine getirmektir. Bunlar görevlendirildikten sonra emretmek ve yasaklamak bizzat onlar üzerine farz-ı ayın olur. Fakat bunlar görevlerini yerine getirmezlerse, sorumluluk önce bunlara, ikinci olarak herkese teveccüh eder. Tevhid nizamı bozulduğu zaman, ortaya çıkacak şer ve bela da yalnız zalimlere isabet edip kalmaz, herkese bulaşır.
Beydavi’ye göre emir bi’l-ma’rûf; emredilen şeyin durumuna göre vacip ve mendup olabilir. Nehiy ani’l-münker ise, tümüyle vaciptir; yasaklanan şeylerin hepsinin terki gerekir. Ayrıca, günahı işleyen kimse, kendi yaptığı günahtan başkalarını da sakındırmalıdır.
Emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker görevinin yerine getirilmesi, her Müslümanın, toplum içindeki konumuna, maddî ve manevî gücüne göre katıldığı bir sorumluluktur; Kur’ân-ı Kerim’deki ifadesiyle “yeryüzüne sâlih kulların hâkim olması”(Enbiya 21/105) idealine hizmet etme sorumluluğudur.
Hz. Peygamber bu görevin önemini ve kapsamını şu şekilde belirtir:“Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğe engel olursunuz ve zalimin iki elini tutup onu hakka çevirir, doğruluğa zorlarsınız veya (bunu yapamazsanız) Allah, sizin iyilerinizin kalplerini de kötülerinkine benzetir ve daha önce İsrailoğullarına olduğu gibi size de lânet eder” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17).
Benzer bir hadis-i şerifte, bu görevi yapmayanların “dualarının kabul olunmayacağı” da belirtilir.
Kur’ân-ı Kerîm, savaş zamanlarında bile belli bir topluluğun savaşa katılmayıp dini öğrenmelerini; savaşa gidenler döndüklerinde onları uyarmalarını, herkese iyiliği emredip kötülüğü engellemelerini emreder (Tevbe 9/122).
Şu hadis-i şerif, normal şartlarda da her mümine bu görevi yükler: “Bir kötülük (münker) gören kişi onu eliyle önlesin. Buna gücü yetmeyen diliyle karşı çıksın. Bunu da yapamayan (kötülüğe) kalben buğzetsin ki, artık bu da imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, İmân 78; Tirmizî, Fiten 11).
İyiliği emredip kötülüğe karşı koyma, ağır olduğu kadar değerli bir ödevdir de. Ancak insanları iyilik yapmaya ve kötülükten uzak durmaya çağıran kişinin, öncelikle kendisi bu görevi yerine getirmelidir. Bununla ilgili bir hadiste bildirildiğine göre, böyle birini cehennemde görenler şaşırarak diyecekler ki:
-”Ey filân, bu ne hal! Sen dünyada iyiliği emredip kötülükten alıkoymaz mıydın?” Adam diyecek: “Ben size iyiliği emreder, fakat kendim yapmazdım; kötülüğü yasaklar, ancak kendim kötülük yapardım” (Buhârî, Bed’ü’l-halk 10; Müslim, Zühd 51).(Hak Dini Kur’ân Dili; Beydavi ve Kur’ân Yolu tefsirlerinden özetlendi.)
Kısaca; insanları hayra çağırıp iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemekle yükümlü Müslümanlar olarak, bir yandan bu görevimizi eksiksiz yerine getirirken öbür yandan da söylediklerimizin tersini yapmamalı ve çelişkiye düşmemeliyiz; böylece dünyada lânet ve ahirette de azaptan kurtulmalıyız.
Abdullah Yıldız
www.abdullahyildiz.org